14 Şubat 2015 Cumartesi

Nurduran Duman'la Söyleşi "Yenilgi Oyunu" Koridor Dergisi

İstanbul, 2006 


2005 Cemal Süreya Şiir Ödülleri Jüri Özel Ödülü 


Kış’ı kucaklamayı bekleyen İstanbul’a inat, hınzır bir gülümseyiş yakıştırmıştı bu sabah yüzüne güneş… Koridor Dergi’mizin ikinci sayısı için, şair Nurduran Duman’la sözleşmiştik, Salacak’ta. 

Yasakmeyve Şiir Kitapları’ından çıkan ilk kitabı “Yenilgi Oyunu”nun şairini tanımak, paylaşmak için karşılıklı oturduğumuzda kırk yıla hatırını yayacağına inandığımız kahvelerimizin siparişini verdim. Davetimi ve söyleşi teklifimi kabul ettiği için kendisine ‘teşekkür’ ederken; martılar, İstanbul ve kış güneşi sohbetimiz süresince bizimle olacaklarını müjdeler gibiydi… 

İlk şiirinizle tanıştığınızda, bunun şiir yolunuzda ilk adım olarak belirleyici bir etkisi oldu mu? 

İlk şiirimi dokuz yaşında yazdım hatırladığım kadarıyla, belki de daha öncedir… Belirleyici etkiyi yapan ilk şiir çabaları değil de tüm çocukluğum sanırım. Kitap okumaya çok düşkün bir çocuktum ben. Her şey okurdum ve hep bir şeyler yazardım. Büyük bir ailesi ve geniş bir aile çevresi olan bir çocuktum. Her köşe başında ve sokakta sevgi vardı benim için. Bana masallar anlatan halalar, yengeler, amcalar ve komşu teyzeler. İlk aşıyı onlar yaptı bana. Kış günlerinde, üstünde koca bir demlik çayın fokurdadığı, kestanelerin piştiği sobanın başında iştahla, tekrar tekrar dinlediğim destan tadında masallar, maniler… şarkılar, türküler, ilâhiler… Söz ve müziğin zihnime, kalbime ve şimdi anlıyorum ki merakıma da oya gibi işlendiği geceler… 

İlk şiirinizin 2000’de Papirüs dergisinde yayınlandığını biliyoruz. Şiir yolculuğunuzdaki etkisinden söz edebilir misiniz? 

İlk şiirimin önemli bir edebiyat dergisinde yayınlanmış olması şiir yolculuğumun milatlarından biri elbette. Şiirin bir iş olduğunu hem de çok ciddi bir iş olduğunu anladığım ve onu savunmayı seçtiğim bir milattır bu. Sonrası esini beklerken çalışmak, yaşamak, içselleştirmek, çalışmak, yaşamak ve hep çalışmaktı. Dergilerin şiir zincirinin halkalarını birbirine ekleyen okullar olduğu gerçeğini göz önünde tutarsak, şiiriniz bir yandan dergi sayfalarında yoğrulup pişerken, bir yandan da şiir zincirine kendi halkasını atar. 

Edebiyatın içinde sadece şiir yazmıyor, çeviriler yapıyor, deneme, makale, araştırma ve inceleme yazıları yazıyorsunuz. Sözün karşıladığı yazım sanatında, bu emeğinize özü şair olan birinin bütünlüklü bir çalışması diyebilir miyiz? 

“Özü şair olan biri” diyerek benim de çok önemsediğim bir vurgu yaptınız, teşekkür ederim. Evet özü şair olan biri olarak yaklaşıyorum edebiyata. Yaptığım şiir çeviri çalışmalarının temelinde edebiyatımızda çok az bilinen ya da hiç bilinmeyen şair ve şiirlerine dikkat çekme amacı yatıyor. Bu, hem o şaire ve şiirine, çok uzak bir mekândan ve çok farklı bir zamandan verdiğim bir selam borcu, hem de “Türk Edebiyatı için daha ne yapabilirim?” sorusuna kendi vicdanım ve coşkumla aradığım bir yanıt. Yazdığım denemeler, makaleler ve yaptığım araştırmalar da bu soruya kendi adıma yanıt vermeye çalışan çabalar. Ayrıca, elbette içinde bulunduğumuz çağ, kişisel gelişimim ve şair kimliğim için de böyle bir tümden çalışmayı ve emeği, diğer deyişle sürekli yol alan bir donanımı zorunlu kılıyor. 

Şiirleriniz, yazılarınız ve çevirileriniz çeşitli dergilerde yayınlandı ve yayımlanmakta… 

Evet. Papirüs, Varlık, Yasakmeyve, Budala, Şiiri Özlüyorum, Cumhuriyet Kitap bu dergilerden bazıları. Şiirbilimsel temelli kaygılar taşıyan araştırma tabanlı yazılarla birlikte, o yazılarda konuk ettiğim şairlerin şiir çevirilerini ise hazır oldukça Yasakmeyve’de yayımlıyorum. 

Aksanat’ta konuşmacı olarak katıldığınız “Şiir ve Çeviri” konulu bir panelde, Pablo Neruda’nın üç farklı çevirmence dilimize kazandırılmış bir şiirini seyircilere dağıtıp, “Her okur mutlaka kendi çevirmenini seçsin” demiştiniz. Bu söyleminizi açabilir misiniz? 

Evet. Okurların, her biri birbirinden değerli üç çevirinin arasındaki farkı görüp, kendilerini en yakın hissettikleri çeviriyi ve çevirmeni seçmeyi akıllarına getirmeyi istemiştim. Çeviri şiir bir yeniden yazmak işi. Zor bir iş çünkü başka bir sanat eserine bağımlı ama titiz bir yeniden yaratım sürecini gerektiriyor. Ortaya çıkanın başlı başına yeni bir ürün ve ‘kendine bütün’ olması nedeniyle ve ekinsel anlamda değerli bir iş olduğu için, hem çeviri şiire hem de çevirmenine gerekli değerin verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu kişisel bir talep değil, daha çok okuru düşündüğüm için. Son yıllarda internet ortamında dolanan bazı şiirlerin sahipsiz bırakıldığını görüyorum. Şiirlerin altına nasıl şairi yazılıyorsa çevirmeni de yazılmak zorunda. Yoksa o şiir sahipsiz kalır. Bir sayfadan başka bir sayfaya kopyala yapıştır yöntemiyle geçirilirken eksiltilip çoğaltılsa ya da elle yanlış yazılsa çevirmenine ya da okuruna düzeltme yapma şansı kalmaz. Bu durumda ne okuru ne de şiirin o çevirisini koruyabiliriz. Hem bu özensizlik emeğe de saygısızlık bir anlamda. Etik hiç değil. 

Şiir ve yazı sanatının yanı sıra tiyatroyla da ilgileniyorsunuz… Geçen sene Cyrano de Bergerac adlı oyunla İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali’nde İTÜ GSBTT olarak Kenter Tiyatrosu’na konuk oldunuz. Tiyatro ile ilgili neler düşünüyorsunuz, bu alanda başka ne tür çalışmalarınız oldu? 

Tiyatro… Şiir konuşurken, sizin deyiminizle “özü şair olan biri” olarak pek sözünü etmek istemediğim bir ilgi alanım aslında… Madem sordunuz, Gösteri Sanatları Merkezi’nde tiyatro yönetmenliği okudum. Lise yıllarından beri oyuncu, kostüm-dekor, ışık-efekt sorumlusu ve yönetmen olarak emek verme şansı bulduğum bu uğraşım için; “nefes aldığım ve yapmaya fırsat bulduğum zamanlarda ciddiyetle üzerine eğildiğim bir alandır” diyebilirim. Bakkhalar, Hamlet, Mr. Peterson’un Bağlantıları vb. pek çok oyunda yer alarak zaman zaman nefes alma şansı buldum. 

Tiyatro ile şiirin sizdeki buluşma noktasından söz edebilir misiniz? 

Bu soru beni gülümsetiyor bakın… Aralarında öyle hoş benzerlikler var ki… İşlemek örneğin. Budamak. Eklemek. Pişirmek. Bir somun ekmeği yoğurmak… esinle, emekle, estetik kaygıyla… sanatsal geleneği gözeten yeni denemelerle. Şiir de, tiyatro da ezber bozar. Her ikisi de, başka bir şekilde yorumlanma olanağını tanır gelecekteki insana. İnsandan ve yaşamdan çıkar çünkü. Tiyatronun ve şiirin insanlık tarihindeki yerlerine bakarsak ve ilk önce birbirleriyle buluştuklarını dikkate alırsak, hep iç içe yol aldıklarını, hep birbirlerinin yolunu açtıklarını görürüz. 

Sormak isterim, şair ve kadın olmak Türk Edebiyatı’nda verilmesi gereken bir savaşı gerektiriyor mu? 

Şair olmak dünyanın her yerinde ve her çeşit yaşamada pek çok savaşın verilmesini gerektiriyor. Günlük hayatın içinde kapı komşusuna, bakkala, hatta bazen ailesine bile sürekli şiiri savunmak zorunda kalmış biri olarak, içinden savaş geçen pek çok soruya, ilk kitabımın adıyla yanıt verdiğimi düşünüyorum. Yenilgi Oyunu. Öncelikle her yenilgi denen şeyin, durumun yenilgi olup olmadığına bakmak gerek elbette. Şair olmak, bir tuhaf yönde küreselleşen günümüz dünyasının egemen değerlerine sahip olanlar için bir yenilgi gibi görünebilir. Oysa ne büyütülecek, ne de küçümsenecek bir şey bu: Şair, yenilgiyi oynamayı tercih ediyor sadece. İşi bu. Nedeni, var olma biçimi bu, başka türlüsünü bilmez çünkü. Yanan bir dünyanın içinde yanmayı seçerek, dünyanın yanlış döndüğünü düşündüğü zamanlarda dönmeyi reddederek, sıradan bir günün içinden ise sevinçleriyle, en çok da kederleriyle düşe kalka geçerek. Bir de ‘gelecek’ denen bilinmezin hesaba katılması gerekebilir. Beş yüz, beş bin yıl sonraya kalma olasılığı en yüksek sanat eseri nedir? Dize. 

Bir kadın olarak da ihtiyaç duyulan her an elimi taşın altına sokmaya hazırım elbette… 

ama kadının hakkını tıpkı çocuğun, hayvanın, doğanın, hakkı yenen erkeğin, ezilen, sömürülen toplumların hakkını savunduğum gibi savunmaktan yanayım. Belki kadınlık acısını biraz daha farklı ve fazla hissediyorumdur… Elbette şiirimi de kadın duyarlığıyla yazacağım. Hiçbir fiziksel, kimyasal ve ruhsal kadınlık durumumu yadsımadan. Yine de ‘şair kadın’ veya ‘kadın şair’ olarak adlandırılmayı istemem. Şair şairdir çünkü. 

Şiirinizde beslendiğiniz kaynaklar neler ve kimlerdir? 

Hayat… Öncelikle ve durmadan hayat. Deniz, su, gök, toprak, kent, sokaklar. Türküler ve yeryüzü müziği, yeryüzünde yazılmış, yazılan, yazılacak olan tüm şiir. 

Günümüzde genç şairler, şiirde yeniyi yaratabilmek için oldukça yoğun çalışıyorlar. 

Sizin yeni şiir yaratım çalışmalarınızı öğrenmek isterim. 

Aynı kuşağı paylaştığım şairlerin hepsinin deneysel çalışmalarını heyecan ve coşkuyla izliyorum ve fakat sözü arka plan olarak kullanıp, dili dilden göze ve kodlanmış ezbere taşıyan çalışmalar benim şiirde benimsemek istediğim yenilikler değil. Ama merakla bu çalışmaların nereye gideceğini görmeyi bekliyorum; kim bilir gürül gürül akan şiirimize yeni yataklar açarlar belki, ne de güzel olur… Bense sözün ve sözcük ırmağının, bugüne dek geçtiği ağızlardan ve kültürden kopara kopara bana getirdiği zenginliğin peşindeyim. Bunu da şimdiki dünyadan içselleştirdiğim, “insan” denen karmaşık ve şaşırtıcı yapının bendeki anlamını ve tarifini aradığım ve “gelecekte böyle olacak” diye sezdiğim bir şiirle bulmaya çalışıyorum. …. 


Yolculuk diye başlamıştık söze… Şiir yolculuğunuzda, zaman zaman her hangi bir konuda kaygılandığınız oldu mu? 

Bir sonraki şiirimin bir öncekinden daha iyi olmamasından korkarım bazen. Bir de bazı dönemlerim oldu “Acaba hiç şiir yazamayacak mıyım bir daha?” diye kaygılandığım… Yazıyormuş insan…. Şiir sizi kolay kolay bırakmaz, siz bırakmadıkça hele… bir verene üç veren bir vefa ağacıdır o. 


İstanbul Teknik Üniversitesi, Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nden “Gemi İnşa Mühendisi” ve “Deniz Mühendisi” olarak mezun oldunuz. Denize olan tutkunuzdan ve şiirine yansımasından söz eder misiniz? 

Denizin keşfedilme sırasını bekleyen sonsuz bir dünya olduğunu düşünüyorum. Sonsuz diyorum çünkü rahat bırakıldığında, doğadaki toprak, hava gibi kendini sürekli yenileyip pek çok anlamda derinleştirebileceğini biliyorum. Denizin altındaki, yüzeyindeki, üstündeki tüm dünyalar beni ilgilendiriyor. Yosundan giysiler, tuzlu sudan tatlı su yapasım geliyor; yüzeyinde batmadan dursun diye tonlarca ağırlıkta çelik, ahşap, cam elyaftan gemiler inşa edesim; göğünden kentime, suyuma, yoluma mavi günler, mehtaplı geceler örtesim… Ayrıca denizin dili var, konuşur insanla, bağırır, kahkaha atar, azarlar, sarılır öper… Çok zengin, cömert, doğurgan bir dil bu. Ben de bu kendini gizleyip, esirgemeyen dil ve anlam’la etkileşimlerimi yazıya döktüğüm bir şiir yazıyorum. “Deniz Dili ve Edebiyatı”. Bazen içinde denizi çağrıştıran tek bir sözcüğe yer vermeden yazdığım, bazen denizce konuşmadan yapamadığım bir şiir bu. Ömrümce yazacağımı bildiğim, yazmak istediğim. 

Kitap olarak çıkmadan önce, “Yenilgi Oyunu” adlı dosyanız 2005 Cemal Süreya Şiir Ödülleri Jüri Özel Ödülü’ne değer görüldü. Bu ödülden dolayı şiirinizde bir değişim ya da gelişim söz konusu oldu mu? 

Yazılan şiir, iyileşme ivmesi sürekli olacak şekilde gelişmek, hatta gerekiyorsa değişmek zorunda. Bu yüzden şiirin yazılması evresinde ödüllerin şairin üzerinde bir etkisi olduğunu sanmıyorum ama daha farklı okurlarca okunması konusunda etkisi oluyor. 

Yarışma demişken sormak isterim, bu anlamda düzenlenen yarışmalar için genel görüşünüz nedir? 

Daha önce de bazı yerlerde belirttiğim şekilde bu konudaki görüşlerim şöyle: Şiir yarıştırılmaz. Şairin ödülü var ise ki bence var; ‘şiir yazmak’. Hatta, ‘şiirini yazmak’. Şiirin ödüle ihtiyacı yoktur. Yazıldıktan sonra şairine bile ihtiyacı yok. Ama şairin ödül alması, onun şiir çevrelerinde ister istemez dikkat çekmesine ve şiirinin daha dikkatle okunmasına olanak sağlıyor. Bu dikkatin de hiçbir sakıncası yok. Şairin ne yediği, ne içtiği ya da kiminle eğlendiği değil ki ödüle değer bulunup dolayısıyla da dikkate yön veren. Yaptığı iş. 


Sanat adına yapılan her türlü hareket, etkinlik çoğaltıcıdır. Çoğalmanın (bunu her zaman olumlu ve yapıcı olarak alıyorum adı üstünde çoğalmak…) sihrine ve gücüne sonsuz inanıyorum ve her zaman inanmaya kararlıyım; insanların bir araya gelip şiir adına bir şeyler yapması -bu ödül töreni olur, festival, söyleşi, panel olur- ne çok çoğaltıcı… Ayrıca, ödüller her sene edebiyat dünyasına hem renk hem de canlılık katıyor. Hatta ödül törenleri şenliğe bile dönüşüyor. Tüm bunların yanında ve başka bir tarafında kalansa, ödül alanın, insan doğası gereği, içinde ve dışında ister istemez oluşan çoğalma… 

Sadece edebiyat çevrelerinde oluşan tepkilere bakarak yetinmemeli. Ciddi edebiyatla pek fazla ilgilenmeyen iletişim organları (medya) bu ödüller vasıtasıyla şiiri haber yaptığı zaman, senede iki şiirden başka şiir okumayan yüzlerce insanın dikkati de çekiliyor şiire. Hep birlikte yaşıyoruz değil mi? Yanıtlarımı içinde bulunduğum edebiyat çevresinden bakarak ve bu çevrenin ödül alanlara baktığı çeşitli gözlerle veremem sadece. Bakkalımı, komşumu, başka bir şehirdeki çocukluk arkadaşımı ve hiç tanımadığım pek çok bakkalı, komşuyu, çocukluk arkadaşlarını da düşünmek zorundayım. Öncelikle şiir, oralarda ödül yöntemiyle haber olacaksa öyle haber olsun; zaten başka türlü haber olduğunu görmüyorum yıllardır. Benim şiirim de aldığım ödülle ulaştıysa o insanların önce dikkatine, sonra merakına sonra da kalplerine, akıllarına ve özlerine… ne güzel. 


“Yenilgi Oyunu”nu kitap olarak ilk elinize aldığınızda neler hissettiniz? 

Duygusal bir andı… Çok tuhaf ama yayınevindeki bir koltuğa oturup bir süre yalnız kalmak istedim. Hemen çocukluğuma, eski mahalledeki evimize gittim, dokuz yaşıma gösterdim kitabımızı. Onun kitabı elimde tuttuğum bu günü nasıl beklediğini en iyi ben biliyordum. Alnım açık, sözümde durdum… 

Kitapta şiirleriniz üç bölüme ayrılıyor, “Yitik Dize”, “Öf Dize”, “Kör Dize”? 

Evet, kitabı şiirlerin derdine göre üç bölüme ayırdım. Yitik Dize ‘dünya görüşüm’ü, Öf Dize ‘dünyayı görüşüm’ü, Kör Dize ise ‘dünyamı görüşüm’ü içeren şiirlerden oluşuyor. Var olmayı, evreni anlamaya çalıştığım şiiri arıyorum Yitik Dize’de; hayatın, yeryüzündeki ve sonsuzluktaki yolculuğumuzun anlamını bulmaya çalışan dizeyi. O dize yitik çünkü. Öf Dize ise dünyada olup bitenlere “öf” dediğim şiirleri içeriyor. Kör Dize de daha kişisel dünyamın şiirleriyle oluştu; sevgi, aşk, dostluk: çok bilinmeyenli tek denklem. Ondan kör. 

“Yazmak için o dizeyi / lanetli bir aşkla ödeştim” kitabınızın ilk dizeleri, şiirsel açıdan değerlendirildiğinde dimdik ayakta duran şiirlerle karşılaşılacağının sinyallerini veriyor. Şiir okuyucusunun ise daha bu ilk şiirle etki altında kalmaması mümkün değil. “Yarım Çember”in bir yerinde ise “Bulmak için o yitik dizeyi / lanetli bir yaşamla / takas ettim kendimi” diyorsunuz. Hesaplaşma devam ediyor diyebilir miyiz? 

Elbette. Bugüne dek benimle gelen, bazen çeşitlenip bazen derinleşen hesaplaşmalarım bundan sonra da devam edecek. İnsan yapmazsa bile vicdanı mutlaka yapar muhasebeyi. 

“Kelebek” şiirinde “Nirvana! / Kabul ettim ve İnandım” diyorsunuz, bu mümkün mü? 

Nirvana mümkün değil dersem ‘insan’ı küçümsemiş olurum, mümkün dersem nasıl mümkün olduğunu söyleyemem, en iyisi “mümkün ama çok zor herhalde” demek... ‘Kabul etmek ve inanmak’ ise tamamen mümkün bana göre. 

“Ben Kadın Benim Kâğıdım” şiiriniz, “Neden bir ‘güle güle’ fazla / dudaklarının arasında / Niye eksik ağzının yarısı” diye sonlanıyor. Bu sorunun cevabını bulacak mı dersiniz, şair ve okur? 

Şair de okur da aradığı yanıtın peşinden gitsin. Herkesin sorusu kendine göre değişir, yanıtı da değişik olacaktır, tabii yanıt verebilirse, vermek isterse. 

“Kör Dize” bölümünde, “Mürekkebi kurumayan yüzyıllık mektupsun” dizesi karşılıyor okuru. Tek dizeyle yaptığınız bu vurgunun okurla buluşacağını düşünüyor musunuz? 

Buluşacaktır. Dilerim buluşur… Başka türlü buluşsa da olur. 

Yine iyi bir okuyucu olduğum savımla söylemek istediğim bir şey var. İlk şiirinizi okuduğum günden bu güne, şiir melodinizde “Caz” dinler gibiyim. Ne dersiniz, yanılıyor olabilir miyim? 

Tam tersi yanılmıyor olabilirsiniz. Ben de öyle bir ses duyuyorum okurken. 

Kitabınızla birlikte ilerleyen süreçte yapmak istedikleriniz nelerdir? 

Yazmaya devam ediyorum. İkinci şiir kitabı için şimdiden bir şey söylemek zor ama adına Deniz Dili ve Edebiyatı I, II,… diyecek olduğum kitaplarımın şiirini de yazabilmeyi diliyorum. 

Şiir yolculuğuna çıkan genç arkadaşlara ne söylemek istersiniz? 

Herkes kendi yolunu kendi yolcuğuyla bulacaktır. Ama dergileri işaret etmek boynumun borcu. Şiiri dergilerden geçerken, şair de kişisel donanımını zenginleştirecek çalışmalarıyla, kendi şiirbilimsel tutum evrelerinden geçmeli. 

Hiç yorum yok: