14 Şubat 2015 Cumartesi

Haydar Ergülen Söyleşi "Üzgün Kediler Gazeli"

Üzgün 

Kediler 


Gazeli 



Haydar Ergülen 



Türk şiirinin seksen sonrası önde gelen ismi şair Haydar Ergülen,  otuz yıldır “güzel söz kardeşliği” olarak ifade ettiği şiiri ve denemelerini “hevesle” yazıyor. 

Heves”, insan tarihinin anahtar kelimesi belki… 

Üzgün Kediler Gazeli” adlı kitabınızı edindiğimde, ilk olarak kapak resminin bana düşündürdükleri, karanlık, boşluk, yalnızlık, kötücül değil tam tersine masumiyet. Ve fakat fonun siyah, yazının beyaz oluşu, Yin  Yang simgesini hatırlattı, “her iyiliğin içinde bir kötülük, her kötülüğün içinde bir iyilik vardır” gibi. Kötücül değil demiştim ki, sırtını dönen, başını hafifçe eğmiş kedi, bunun farkında ve sanki yüzünü görmek mümkün olsa gülümsüyor, öyle masum, öyle sevgiyle diyeceğim… Evet, kitap kapak resmini siz, nasıl yorumluyorsunuz? 

Güzel bir gözlem doğrusu, teşekkür ederim. Söylediğiniz gibi, ‘her kötülüğün içinde bir iyilik vardır’. Kitabın kapağı da kedilerin üzgünlüğünü ya da zaman zaman bizim onlardan doğru duyduğumuz üzüntüyü bir parça olsun hafifletecek biçimde tasarlandı. Evet, ‘sırtını dönen, başını hafifçe eğmiş kedi bunun farkında ve sanki yüzünü görmek mümkün olsa gülümsüyor, öyle masum, öyle sevgiyle...” O kedinin gülümsemesini istemiştim, ne güzel siz de gülümsediğini gördünüz. Kediler üzgün de olsalar gülümserler çünkü, onların mırıldanmaları gülümsediklerine sayılır. Sokakta baktığım kediler de var, apartmanın önüne su ve mama kapları koydum, beni tanıyorlar artık, çoğu doğrudan mamaya gitse de, her yıl aralarından bir kaç kedi çıkıyor ve onlar ne kadar aç, susuz olurlarsa olsunlar, önce uzun uzun okşamamı istiyorlar, kafalarını, enselerini, sırtlarını ve boyunlarını okşadıktan sonra yiyorlar mamalarını, okşanınca gülümsediklerini hissediyorum. Kim bilir belki bu kitap da onları gülümsetmiştir ! 

Geçtiğimiz günlerde Gala Pera’daki söyleşinizde, “artık biyografimin kitaplarımda yer almasını istemiyorum.” demiştiniz. Bunun sebebini nedir? 

Önceki kitaplar, ödüller, diğer çalışmalar... Okur bu referanslarla okusun istemiyorum kitaplarım. Her kitabımla, şiirlerimle ilk kez karşılaşıyormuş, beni ilk okuyormuş ve yeni tanıyormuş gibi olsun istiyorum. 15 kitabım var, 12’si şiir, 3’ü deneme. Doğrusu, toplu şiirlerim de dahil olmak üzere, önceki kitaplarımda, yine pek uzun olmasa da biyografim yer alırdı, bazılarının arka kapağında şairlerin ve eleştirmenlerin şiirlerimle ilgili değerlendirmeleri yer alırdı. Bu okuru yönlendiren bir şey, o yüzden son üç kitabımda bunlara yer vermedim, biyografimi de tek cümleye indirdim. Okur benim şiirlerimi, hakkımda söylenenlere, biyografime, ödüllerime göre değil, yalnızca o kitabımda okuyacağı şiirlere göre değerlendirsin istedim, yani ‘fazlalık’ olmasın istedim. 


Mısır’a, Kiraz’a, Nar’a ve bütün sokak kedilerine…” adanmış bir şiir kitabı, “Üzgün Kediler Gazeli”. Kedileri ne çok sevdiğinizi biliyoruz ama sadece sevgi mi, kitabı adayışınız? 


Ne yazık ki ilk gözağrım Mısır’ı, 8,5 yaşındayken, Baharın ve Mayıs’ın son günü yitirdim. 3 gün içinde o ‘meşum’ ve ‘malum’ hastalık Mısır’ımı da aldı elimden. Şimdi 7 yaşındaki kızı Kiraz var evimizde. Nar’sa Kasım’da doğacak kızımızın adı. Mısır ve Kiraz, yani ana-kız iki kedimiz, Nar’ın ablalarıdır, 3 kızımız olacak diye sevinirken, ‘Üzgün Kediler Gazeli’ne terketti bizi Mısır. Sokak kedileri de kızlarım ve oğullarım sayılır, onlarla da gücüm yettiğince ilgilenirim. O yüzden kedilere adamıştım kitabımı, onlar çünkü arkadaşım sayılır aynı zamanda. Sokak kedilerinin, zorlu yaşam koşullarından ötürü en fazla 4-5 yıl yaşamaları çok üzer beni, hiç olmazsa yaşadıkları süre içinde iyi bakmaya çalışıyorum onlara. Onların dilsizlikleri, yalnızlıkları, gecenin, açlığın, susuzluğun, yağmurun, karın ve elbette ‘insan’ların ‘merhamet’ine terk edilmiş olmaları da derinden yaralar beni. Sevginin yanında biraz da ‘merhamet’ ve ‘ilgi’ isteğidir bu kitabı tüm kedilere adamamın nedeni. 


Üzgün Kediler Gazeli” kitabınız, 1992 ve 2007 yıllarında, E, Şiiri Özlüyorum, Kitap-lık, Le poété Travaille, Edebiyat ve Eleştiri, Adam Sanat, Budala, Şiir Atı, Sonsuzluk ve Bir Gün, Lacivert, Şair Çıkmazı, Hece, Sombahar, Son Kişot, Mühür, , Öteki-siz, Heves, Radikal Kitap, Esmer, Yazılıkaya, Varlık, Milliyet Sanat, Hayal, Hürriyet Gösteri, Üç Nokta, Ada, Rüzgâr ve İle dergilerinde yayımlanmış şiirlerinizden oluşmakta. 

İlk iki bölüm “Nefesler” ve “Gazeller” deki şiirlere baktığımızda, geleneğin şiiriyle karşılaşıyoruz fakat sizin gelenekçi şair olmadığınızı da, biliyoruz. Neden, geleneğin şiiri olan Divan, halk ve tasavvuf şiiri? 

Gazeller, nefesler ve tasavvuf şiirleri, bugün hala sırlarına vakıf olmakta güçlük çektiğimiz büyük bir şiiri temsil ediyor bence. Kuşkusuz halk şiiri de dahil olmak üzere bu şiirlerin hepsinden çok etkilendim ve bu etki hâlâ sürüyor. Özellikle nefesler ve tasavvuf şiirleri benim kendi geleneğim olan Alevi-Bektaşi kültürünün de en iyi örneklerini verdiği şiir tarzlarıdır. Yıllar önce bir söyleşimde, ‘onlar gibi tek bir nefes yazabilirsem, bu benim bütün şiirimin yerine geçer’ demiştim, hala o arayıştayım, o ‘nefes’in peşindeyim. 

Evren nasıl oluşmuştur, biz neyiz, Tanrı nedir, hayatın anlamı, başlangıç, son ve gerçek vb. sorgulayan tasavvuf, felsefesiyle de yer alıyor şiirlerinizde. Örneğin; “SIRLAR GAZELİ” … 

Şairlerin ya da şiir yazanların, evreni, hayatı, kendini sorgulaması, tasavvuf ehlinin yanında elbette ‘naif’, ‘çocuksu’ bir şey olarak kalır. Belki mutasavvıflarla şairleri buluşturan şey, ikisinin de bilgiden çok sezgiyle yola çıkmalarıdır. Onun dışında dediğim gibi şairlerin arayışı olsa olsa bir çocuk merakı, cüreti ve cesaretiyledir, elbette haddini bilerek ve bunu aşmamaya çalışarak. Benim sorduğum sorular da bu minval üzredir, şiirin sınırları içindedir, daha ötesine ulaşanlar, sözgelimi Necatigil, Dağlarca gibi büyük şairlerdir, ki onlara da ‘şair’ değil ‘bilge’ demek gerekir. 

Gazeller” bölümünde, “CAMLAR GAZELİ” şiirinizi, geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz şair Cenk Koyuncu’ ya adamışsınız. 

o yokluğa umran görmüş adıyla başlamıştır, 
şehirde iddiasız şiddet ve camların kırıldığı akşamdır” 

Şiiriniz daha ilk dizeleri Cenk Koyuncu'nun, nasıl bir insan, nasıl bir şair olduğunu ve nasıl da ansız yitiriliş acısını yansıtıyor… 

Cenk Koyuncu, benim hem çok sevdiğim kardeşim, hem de çok iyi bir şairdi. Yaşadığı gibi yazdı, yazdığı gibi yaşadı. Hayata ve insanlara karşı aşırı titiz, başkalarını düşünmekten kendini hiç düşünmeyen, incinmekten değil incitmekten çekinen, yani ‘incinsen de incitme’ felsefesiyle yaşayan çok duyarlı bir insandı, bu duyarlılığı şiirlerine de yansımıştır: ”Hiçbir şeyim yoktu benim her şeyimi aldılar” diyebilme noktasına kadar gelmiştir. “Şaşkına bir can düşmüştür, canda kırık kalmıştır” deyişim bu nedenledir. ‘Camlar Gazeli’ şiirini 15 yıl önce yazmıştım, Cenk’i ilk tanıdığım günlerde. İyi ki tanımışım. Bazı insanların acısı daha onları yitirmeden çöker içimize. Cenk için de öyle olmuştu. Onu çok özlüyorum, son biralarımızı içemedik bile, birbirimize sözümüz vardı, canım kardeşim. 

Aşıkâne gazeller arasında kitabın arka kapağına taşıdığınız, “İDİLLER GAZELİ” şiirinizin maktası; 

hadi git yeni şehirler yık kalbimize bu aşktan” . 

Tümünü yazmıyorum ki, okur adına merak büyüsünü, bozmak istemem.
Aşıkâne gazellerinizde, aşkın acısını dahi övünç ve “heves”le işliyorsunuz. Aşk felsefeniz mi bu? 

Bazen ‘acı’ da bir ödüldür, tıpkı şu yaşadığımız zalim hayatın da bir ‘ödül’ olması gibi. Aşksa, bilinir, insana verilmiş en güzel cezadır, en derin acıdır, en değerli ödüldür. Yaşamamız da ölmemiz de aşktandır diye düşünürüm, o yüzden bu acıya da ‘heves’le atılırız, yarasını gururla taşıyan bir savaşçı gibi aşkın acısını da övünçle taşırız. Aşka en çok kahredenler bile, onu yaşıyor olmaktan, onunla yaşıyor olmaktan gizli de olsa sevinç duymazlar mı ? Şiir gibi bir şey işte, hem çok yoruluruz, peşinde çok koşarız, çok uğraşırız, hem de şiirin yükü eksik olmasın isteriz üstümüzden. Sezai Karakoç’un çok sevdiğim bir şiiri vardır, “Karayılan”, orada şöyle yazar üstad: “Ben aşkı göğsümde çiçek gibi taşımıyorum/ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum”. Bu dizeler aşkı nasıl yaşadığımızı ve taşıdığımızı ziyadesiyle açıklıyor bence. 

Kitaba ismini verdiğiniz, “ÜZGÜN KEDİLER GAZELİ” inde, 

“-Bu gazeli yerime yazan 
sevgili kardeşim Engin Turgut’ a-“ adamışsınız. 


yerime yazan”, doğrusu merak ettim, paylaşmak ister misiniz? 

Ankara’da yayımlanan Hayal Dergisi geçen yıl Engin Turgut aracılığıyla şiir istemişti. Hiç şiirim yoktu, Engin’le telefonda konuşurken ona ‘benim yerime bir şiir yazabilir misin ?’ diye sordum, önce şaşırdı, sonra "dur bakalım, olur mu, nasıl olacak acaba?" diye kabul etti, bir kaç gün sonra da ‘Üzgün Kediler Gazeli’ni yazdığını söyleyip bana da göndermek istedi. Hem Engin’i çok severim hem de şiirini. Bana göndermemesini, dergide okumak istediğimi söyledim, öyle de oldu. Engin sağolsun, çok güzel ve dokunaklı bir şiir yazmış, hem de benim kedi sevgimi bildiği, kedilerimi tanıdığı için yazdığı şiir bir kat daha hoşuma gitti, ne de olsa ‘şair kardeşim’ olmasından da önce ‘ruh kardeşim’dir o benim. Kitaba isim ararken, fazla da aramadım aslında, hem adını da çok sevdiğim için, hem de Engin’e teşekkür babında, kitabın adını ‘Üzgün Kediler Gazeli’ koydum. Şiiri kitaba alırken de, benim yerime Engin Turgut’un bu şiiri yazdığını belirtmek istedim. Ben sık sık başkasının yerine şiir yazdığımı düşünürüm, bu kez de bir başkası benim yerime şiir yazmış oldu. Şaşırtıcı bir yan yok bunda. Ben de isterse birgün Engin’in yerine zevkle şiir yazabilirim. Nasılsa aynı bahçedeniz, aynı ‘şairler cemi’ndeniz. Bu vesileyle sevgili şairim Engin Turgut’a bir kez daha teşekkür ederim, eline, kalbine, ruhuna sağlık. 

ÜZGÜN KEDİLER GAZELİ” inde insana dairdir diye bildiğimiz, ne varsa (yalnızlık, hüzün, sevinç, sevgi, vb.) kedilerde bulduğunuzu, kedilerden öğrendiğinizi, düşünebilir miyiz? 

Bende kedi sevgisi sonradandır, yani yakınlarda yitirdiğim ilk kedim Mısır’la başlamıştır 42 yaşımdayken, o yüzden de bir ‘sonradan sevme’ hali vardır ki, aşka tekabül eder. İnsan ya da kedi diye ayırmamayı da o günden başlayarak öğrendim. Mısır’la kızı Kiraz benim en yakın arkadaşlarım oldu. Evden 2-3 gün ayrı kaldığımda bile burnumda tüttü hasretleri. Onlar da bana çok iyi arkadaşlık ettiler doğrusu. İnsan bir arkadaşında ne yaşarsa kedilerle daha fazlasını yaşayabilir, yalnızlığı da, kederi de, sevinci, mutluluğu, merhameti, şefkati de. O yüzden kediler fazla bağlıyor bizi kendilerine, bazen de benim örneğimde olduğu gibi ‘geç buldum, çabuk kaybettim’ durumu hasıl oluyor ki galiba en acısı da bu. Mısır’ın yitimiyle ilgili olarak Radikal’da ‘Açık Mektup’ köşesinde bir yazı yayımlamıştım. Sağolun sizin de aralarınızda olduğunuz pek çok ahbap başsağlığı dileklerini ilettiler. Bu arada çok şaşırtıcı bir ‘mail’ de geldi. Son 10 yıldır titiz şiir yazılarından ve şiirlerinden doğru adını bildiğim biri yazmıştı bu maili. Mısır’dan 2 gün sonra da çok sevdiğim şair Doğan Ergül’ün vefat haberi gelmişti. Bu ‘arkadaş’, benim yazımda Doğan’la ilgili tek satır olsun yazmayışıma esef ederek, ‘şairler de kediler kadar önemlidir’ diye bitiriyordu sitemini. Bir yanıt vermedim, veremedim. Doğan’ın hayattayken göremediği ikinci kitabı “Uykulu Yağmur”un arkakapak yazısını yazdığımı, Doğan’la ilgili yazmak için bir-iki güne kadar çıkacak o kitabı beklediğimi, bu arkadaşın beni hiç tanımamış olduğunu filan yazmadım elbette, ama çok üzüldüm. Benim çoğu şair için onlar hayattayken yazdığımı, ölümleriyle ilgili, Tanrı hepsine gecinden versin, pek çok yazım olduğunu bilmeden bana sitemde bulunmuş. Öte yandan, şairler ve kediler arasında bir önem ve değer sırası gözeten son cümlesi de çok yaraladı beni. Yani böyle bir cümle kurulabilir mi ? Elbette Doğan Ergül, bırakın şair olmasını, bir insan olarak önce çok değerlidir ve çok acı bir kayıptır ve sevdiğimiz, yitirdiğimiz her şey bizim için değerlidir, insan, şair, kedi, köpek. Bu arkadaşın yazdıkları Doğan’ı da, Mısır’ı da üzdü diye düşünüyorum, keşke biraz sabırlı olsaydı ! 

YETİMLER GAZELİ” inde, hepimizi (biz gibi hissedenler için) derinden yaralayan, Hrant Dink için yazdığınız gazel ve 73 şairin ortak olarak kaleme aldığı “Yetimler Ağıdı”nda makta size ait... 

aslında ne Türk’üz, ne Kürd’ üz, Ne Ermeni’yiz 
öyle bir babamız var ki Hrant, hepimiz yetimiz” 

Ve “YETİMLER GAZELİ” inde, derin acıyı, derin hüznü ve derin sevgiyi dile getiriyorsunuz. Yüksek sesli şiirler yazmadan da, isyanı, mütevaziliğinizle dile getiriyorsunuz. 

Hrant Dink, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yurttaşıydı. Bir ülke yurttaşlarını kimliklerine göre ayırmazsa, o ülkenin yurttaşları da farklı kimliklere saygı gösterirler. Ben ‘birarada yaşama kültürü’nden, farklılıklarımızla, farklı kimliklerimizle birlikte yaşamayı anlıyorum. O yüzden farklılığa karşı işlenen bu cinayet, çoğumuz gibi benim de içimi yaktı. Devletin bazı kurumlarının Hrant’ın ‘Ermeni’ oluşundan dolayı gösterdiği ‘negatif ayrımcı’ tavrı da bu acıyı artırdı. Hele kendilerine ‘solcu’ diyen bazı siyasilerin de, benim de aralarında yer aldığım 73 şair tarafından yazılan “Yetimler Ağıdı”nın ABD’nin emriyle yazıldığını söylemesi acımıza acı kattı. Bu konuda daha fazla söyleyecek söz bulamıyorum. Hrant’ın katledilmesinden dolayı ziyadesiyle üzgünüm, onun için üzülenleri ABD uşağı olmakla suçlayan kişilerle aynı ülkede yaşadığım için de utanıyorum. 

Ve üçüncü bölüm “Bİ’ DOLU” gerçekten öyle! Kimler yok ki, “MEHMET TANER”, “ERAY CANBERK”, “SUREYYA BERFE”, “LATİFE TEKİN” ve “FERGUN ÖZELLİ” ye yazdığınız akrostiş… Öteden beri söylene gelir ki, şairler, sanatçılar kıskançtır, çekemezler birbirlerini. Fakat siz bunun tersini im’liyorsunuz. Hassas bir vefa ile üstelik. 

Ben, şiirin şiire bakarak yazıldığına inanırım ve bu topraklarda eskiden yeniye yazılan her şiir beni etkiler. Yalnızca büyük ve usta şairlerin değil, ilk kez şiirini okuduğum, ‘çiçeği burnunda’ bir şairin bile bazen bir şiirinden, bazen bir dizesinden etkilendiğim olur. Hem bir başkasının şiiri beni etkilemiyorsa, kışkırtmıyorsa niye şiir yazayım ki ? Üstelik şairler, hayatın da, edebiyatın da ‘azınlık’ları arasındadır, bilirsiniz, o yüzden hem şiirlerini hem de şairlerini severim. Bazı şairler kendileriyle, yazdıkları şiirle övünürler, doğaldır, haklarıdır, övünebilirler, bense sevdiğim şairlerle, şiirlerle övünürüm, onları överim. Üstelik kapitalizme karşıysak, çoğumuz solcu olduğumuzu iddia ediyorsak, rekabet, kıskançlık, çekememezlik gibi, solun değerlerine ters kimi hırs ve zaafları da kendimizden başlayarak azaltmamız, yok etmemiz gerekmez mi ? Şair olmaktan önce, bir insan, bir sosyalist olarak ve içinden geldiğim kültürün paylaşımcı felsefesini taşımaya çalışan bir ‘talip’ olarak, şiiri de bir ‘Kırklar Cemi’ olarak algılarım. ‘Cem’de ‘haset’ olmaz, kibir, kıskançlık olmaz. Yani doğal olanı korumaya ve sürdürmeye çalışmaktan başka bir şey değil benim yaptığım. 

ON DAKİKA ARA” dördüncü bölüm, sinema. “Le Poéte Regante”, “Gurbet Kuşları”, Eski, Yeni, Ödünç Alınmış Ve Mavi”. Büyük, beyaz perdenin büyüsü… 
Sinemaya, sinema sanatına ilginiz, şiirlerinizle sevdaya dönüşüyor. Bu sevdanın kalbinde yaşamayı, senaryo yazmayı düşündünüz mü? 

Hikâye gibi, sinemayı da şiirin kardeşi olarak görürüm. Hatta bazı filmleri ‘çağımızın şiiri’, bazı yönetmenleriyse ‘sinemanın şairleri’ olarak nitelerim. Çok sevdiğim ve hayran olduğum bir sanat türüdür sinema, şiirin büyük ustaları gibi sinemanın da büyük ustaları vardır. Bu saygımdan ötürü, onları ‘iyi bir izleyici’ olarak tutkuyla, merakla, hayranlıkla izlerim ve yine bu saygının gereği olarak da asla senaryo yazmayı düşünmem. “On Dakika Ara”da olduğu gibi çok sevdiğim, çok etkilendiğim filmlerden hareketle şiirler yazmak bana yetiyor. Bu diziyi sürdürüp ilerde “On Dakika Ara” adıyla bir kitap oluşturmayı düşünüyorum. 

13.Yeşilçam’ın çok iyi filmleri de vardı, ayrıca çoğumuz iyisiyle kötüsüyle o filmleri izleyerek sinema sevdalısı olduk. Lütfü Akad, Metin Erksan, Yılmaz Güney gibi büyük yönetmenler kuşağına günümüzde eklenebilecek adlar da var artık. Özellikle son 10 yıldır Türk sineması, bir tür ‘bağımsız sinema’ hareketi gibi çok iyi yönetmenler ve filmler çıkarıyor. Gerçi onların da iyi şiirde olduğu gibi seyircisi az ama, yılmadan film çekmelerini de şairlerin kitap çıkartmalarına benzetiyorum. Şiir kitaplarının 200-300 satmasına rağmen, şairlerin heveslerinin kırılmaması bence muazzam bir tutku ve direnmeyle açıklanabilir. Yeni yönetmenlerin çoğunun durumu da aynı, onlar da 10-20 bin seyirci toplayabilmelerine rağmen, çizgilerinden taviz vermeden yeni filmler çekiyorlar. Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem, Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu, Yeşim Ustaoğlu gibi yönetmen arkadaşları da bu anlamda birer ‘şair’ olarak görüyorum. 

Mavi Gözlü Dev” filmiyle ilgili ne düşünüyorsunuz? 

Bir defa Nazım Hikmet’le ilgili bir filmin çekilebilmiş olması çok önemli, müthiş mutluluk verici bir olay. Öteyandan büyük sanatçılar ve liderler üstüne film çekmek de hem zor, hem de cesaret gerektiren bir şey, çünkü mutlaka çok eleştiri alır. “Mavi Gözlü Dev” filmini bu zorluklara rağmen, eli yüzü düzgün bir film ve türünün öncüsü bir çalışma olarak değerlendiriyorum. 

Bir film çekecek olsanız, hangi şairin hayatını ya da hangi romanı çekerdiniz? 

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur”, Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” romanları ile Ece Ayhan ve Cemal Süreya’nın yaşamlarını filme çekmek isterdim. 

BEN BAŞKASININ DİLİ OLSAYDIM” 

Ben başkasının dili olsaydım 
ezik sözler arasında bir delidil bulurdum 
kırılmış kolyesini arayan inciler gibi 
gözyaşlarımı toplardım, o rüyadan uzakta ve yorgun” 

BAŞKASININ ŞİİRLERİ” bölümünde, başkalarının yerinde olunduğunda daha iyisini yapabilirliğin bireysel övüncü değil, bu bölümdeki şiirleriniz. Haydar Ergülen oluşunuzla ve şair Haydar Ergülen oluşunuzla, hayata, insana dair ne varsa daha zorlayıcı, daha derin ve ulaşılmazlığın belki de imkansızlığın büyüsüyle “Ben Olsaydım” mı diyorsunuz? 

Evet, ‘başka bir dünya mümkün’ olduğu gibi ‘başka bir hayat da mümkün’ diye düşünüyorum. İnsan yapamadıklarını, düşlerini belki bir ‘başkası’ olarak yapabilir, gerçekleştirebilir. Kendimizi ‘öteki’nin yerine koymak bize daha fazla insan olabilme imkanı sunabilir. Dediğiniz gibi ‘imkansızlığın büyüsü’yle büyülenmek de bir imkandır, aynı zamanda insanın olabileceği insan olma yolunda umutsuz da olsa çaba göstermesidir. Keşke ‘Ben Başkasının Şairi Olsaydım’, o zaman bu sorunuza daha esaslı bir yanıt verebilirdim belki ! 

(Bir Kızılderili Şiiri)” ile başlayan “AY ANTOLOJİSİ” bölümü, on iki ay’a ait kimi mani, kimi haiku, kimi ise kısa şiirlerden oluşmakta. 

Ocak 

Yazla yıkanmış elma 

caneriği olur seninle 
güzün yıkadığı üzüm 
ansuyudur sevgiyle 

(Eski İran Şiiri)” 


Her ay’a bir şiir ama, her şiirin parantez içi farklı aidiyetleri de bulunmakta. 

Örneğin; “Haziran” şiiri, “(Eski Bizans Şiiri)” gibi… 

Şiiri dediğim gibi sık sık ‘başkasının yerine’ yazdığımı düşünürüm ya da öyle yazmak isterim. Biliyorsunuz, başkasının yerine yazdığım iki kitabım var, “Hafız ile Semender” adlı toplu şiirlerimin 2. cildinde yer alan iki kitap. Biri Lina Salamandre adıyla, bir kadın şair yerine yazdığım “Kabareden Emekli Bir Kızkardeş”, diğeri de Hafız adıyla yazdığım “Hafıza”. ‘Ay Antolojisi’ni de bir kaç yıl önce Radikal Kitap ekinde aylık olarak yazdığım “İtina İle...” başlıklı şiir yazılarımın içinde yayımlamıştım. Bunlar bir şairin yerine değil, ‘anonim’ olarak yazdığım şiirler. Farklı kültürlerden, farklı zamanlardan, farklı şiir tarzlarına göre yazdım. Şiir insanın en eski arkadaşıdır, yoldaşıdır diye düşünürüm, bu düşünceme ve dünya görüşüme uygun olarak da, şairi öne çıkarmayan, onu yüceltmeyen, şiirin daha önemli olduğunu göstermek için imzasız yazdığım ‘anonim’ şiirler bunlar. Şiirin de ‘anonim’ olması gerektiğine inanıyorum, biraz da onun arayışı diyebiliriz. 

İYİLİK”, “ÜÇÜNCÜ SEVGİLİ”, “KIRMIZI ŞİİR” ve “AŞK İÇİN ÜÇ AKROSTİŞ” bölümü… Sevgili eşiniz, İdil Ergülen'e, yazdığınız akrostiş şiirler. 

Mutlu Aşk Yoktur” diyen, Louis Aragon'un aksine aşkın, sevgilinin yüreğinize doldurduğu huzuru ve coşkuyu buluyoruz şiirlerinizde… 

Evet, “Mutlu Aşk Yoktur”, Aragon’a hak veriyorum ama, aşkla mutlu olmak vardır, aşk bizi yalnızca sevinciyle değil, kederiyle, acısıyla, ayrılığıyla da mutlu edebilir. Tıpkı şiir gibi. Sözgelimi benim yazdığım şiirlerin çoğu kederlidir, bu kederi yoğun bir biçimde aktarabilmişsem, okuyan bir kaç kişi de bundan payına düşen kederi duyumsayabiliyorsa, o şiir beni mutlu eder. O zaman, bu keder de olsa, birilerinin ihtiyaç duyduğu şeyi karşılamış olduğumu düşünürüm. Aşka da böyle bakıyorum, yani onu her şeyiyle yaşamak, sevinciyle, acısıyla, ayrılığı ve buluşmasıyla yaşamak, aşk içinde olduğumuzu gösterir, aşk bize bu anlamda mutluluk verir. “Eskiden Terzi” kitabımda yer alan ‘Beni Aşka Terkettiğin İçin Seviyorum Seni’ şiirimin başlığı da, ironik bir biçimde bu mutluluğu dile getirir zaten. 

Haydar Ergülen şiirlerinde baskın renk genellikle mavi diye düşünürüm. Fakat kırmızı ihtirası simgelerken, “Kırmızı Şiir”de, yine mavinin o sakinliğine dönüşüyor, kırmızı… 


Demek ki benim tutkum da, ihtirasım da sakinlikmiş. Kırmızıy'ı yazarken bile mavi'ye dönüşmesi de bu yüzden sanırım. Kim bilir belki şairler de renk körüdür! Eh, aşkın gözü kör olduğuna göre şiirin gözünün de kör olmasında bir sakınca yok bence! Kitabın sonunda, 4 yıl önce yitirdiğim babam için yazdığım bir şiir var, “Mavi Hasan, Mavi Usta”, o şiirin sonundaki dizelerden biri şöyledir:”Başı kızıl, içi mavi bir yol sürerler...” Sanırım yazdığım şiirin rengini de açıklıyor bu dize. 

20, Sorunun cevabı da kendisi aslında:’n’dir Haydar Ergülen. Adından, imzasından, varsa ağırlığından kurtulmak gibi bir şey bu, hele ‘şair’ olarak mutlaka kurtulmamız gereken bir şey. Yalın, doğal, basit ve hatta sıradan olma arzusu. Ya da hiçbir şey olmama duygusu. 

N’EYİM BEN 

Pazartesi : Haydar Ergülen 


Salı : aydar rgülen 


Çarşamba : ydar gülen 


Perşembe : dar ülen 


Cuma : ar len 


Cumartesi : r en 


Pazar : n 



İniyorum gün günden 


adımdan, şiirimden 


‘n’eyim ben 


‘n’edir Haydar Ergülen "



ÜZGÜN KEDİLER GAZELİ” şiir kitabınızın, yedinci ve son bölümü olan “DİĞERLERİ” şiirleriniz… Örneklediğim şiiriniz geçtiğimiz yıl yayımladığınız “Yağmur Cemi” kitabınızda da yer almıştı. Sizde, cevabı var mı? 

n’dir Haydar Ergülen” 

Halini ve haddini bilmek de diyebiliriz buna. Tıpkı yukarıdaki şiirin bitiş dizesi gibi:’n’ olmak. Ama Türkçe okunması şartıyla, yani ‘ne’ olmak diye, yoksa şimdi moda olduğu gibi yabancı dilde okursak harfi, ‘en’ olmak gibi bir şey çıkar ki, doğrusu hayatta da, şiirde de aklıma bile getirmediğim bir şeydir bu. Yazdığım şiirin derinliğini (yani derin olmadığını) ve sınırlarını (fazla geniş değildir) az çok bilecek bir yaştayım, kalırsa 3-5 şiirim kalır, onlar da bir zaman okunur belki. Ne bugüne ne geleceğe kalmak gibi bir derdim, çabam, hevesim yok. Büyük ve iyi şairleri iyi okumaya çalışan bir ‘şair’im ve onların şiirleri bana ömrümün sonuna kadar yeter. Bu yüzden bu ne kendime dair bir eleştiri ne de bir çözümleme, sadece kendini, haddini, halini ve şiirini bilmekle ilgili bir durumdur. Hiç şiir yazmasam da olurdu ama yazmış bulundum bir kere. Yani kısacası; Haydar Ergülen şiir yazmasaydı Türk şiiri hiçbir şey kaybetmezdi, bir eksiği de olmazdı. 

Üç aylık, “Hapishane ve Edebiyat Dergisi” alt başlığıyla yayımlanan, “Mahsus Mahal”in “Arkadaşça” sayfalarındaki “Değerlendirme”lerde; şiirleri, denemeleri, hikâyeleriyle onlarla bir anlamda, edebi birlikteliği paylaşıyorsunuz. Neler düşünüyor ve neler hissediyorsunuz? 

Mahsusmahal’ siyasi ve adli, tüm tutuklulara yönelik bir edebiyat ve şiir dergisi. İçerde, her zamankinden daha çok sayıda şiirle, edebiyatla uğraşan insan var. O yoksunluk içinde yazdıklarını okumaya, bir-iki söz söylemeye çalışıyorum. İçlerinde gerçekten de çok iyi şiir, hikaye, deneme yazan arkadaşlar var. Dışarda şiir yazan, edebiyatla uğraşan genç insanlarla nasıl ilgileniyorsam, içerdeki arkadaşlarla ilgilenmeyi de bir görev ve sorumluluk olarak görüyorum. 

Mayıs ayının ilk haftası, Arnavutluk’ta düzenlenen, “ Poeteka Uluslararası Şiir Festivali”ne, Bulgaristan, İngiltere, Yunanistan, Almanya, İtalya, Romanya, Rusya ve ABD’den 80 şairin katıldığı bu festivalde, Türk şairi olarak bulundunuz. Festivalden ve yaşadıklarınızdan bahseder misiniz? 

Balkanlar’ı çok severim, coğrafya olarak da ruh iklimi olarak da. Arnavutluk’ta da komşu Balkan ülkelerinden, bir kaçını önceden tanıdığım şairlerle dostluğumuzu geliştirmeye çalıştım. Sanırım şiirlerimden bir seçme kitap yayımlanacak Arnavutluk’ta önümüzdeki yıl. Ben de bir kaç şairden, İngilizce’den, biraz çeviri yapacağım. 

Son günlerde görsel ve yazılı basından gözlemediğim kadarıyla, popüler kültürün kendini yok etmeye başladığını, kültür ve sanatın yeniden yükselmeye başlayan ayak seslerini duyduğumu söyleyebilirim. Ve elbette günümüzde yaşadığımız, siyasi dalgalanmalar, 80 sonrası sessizleşen, kendi içine dönen halkın bir anlamda silkinmesine vesile oldu ve halk, kendisine dayatılan popüler kültürün yozlaştırdığını fark edip, daha seçici olmaya yöneldi. Her ne kadar bunun sonucu görebilmemiz için zamana ihtiyacımız olsa da, kültür ve
sanat alanında öğrenme ve merak yetisiyle hareket ettiğini, düşünüyorum. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? 

Yine de 5-10 bin kişilik bir topluluğun içinde dönüyor sanat da, edebiyat da, şiir de. Kitap satışları artıyor ama, bu kitapların çok azı edebiyatla ilgili. Yakın tarih, anı ve biyografi kitapları, komplo teorileri, bolca tarih soslu romanların sayısı ve okuru artıyor. İyi edebiyat, iyi şiirse maalesef her zamanki gibi belli bir azınlık tarafından okunuyor. 

Her zaman iyi bir okur oldum. Sadece kitap okuru değil, ciddi edebiyat dergilerinin takipçisiyim. Gençlerin, dergilere ve şiir, öykü, roman, yarışmalarına yoğun ilgilerini gözlemliyorum. Sonuç her ne olursa olsun, gençlerin küsmediklerini aksine daha da istikrarlı olduklarını düşünüyorum. Edebiyat etkinliklerinde de, aynı derecede varlık gösteriyorlar. Gençlerin böylesine edebiyatın peşinde olmaları konusunda ne düşünüyorsunuz ve onlara gözlemlediklerinizle, önerileriniz neler olabilir? 

Şiir ve edebiyatın onlarla başlamadığını bilmeleri, çok okumaları, yazmaktan daha çok okumaları, sanatın diğer dallarını da ihmal etmemeleri, sinema, tiyatro, müzik, resimle ilgilenmeleri, ülkenin ve halkın sorunlarına karşı duyarlı, gerektiğinde müdahil olmaları, bir de etkilenmekten asla korkmamaları... Bunları söyleyebilirim. 

Şairlere ‘Kelimelerin Tanrıları’ derim ve Tanrı’ların işleri çoktur. 
 Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz… 

Ben de bu zevkli söyleşi için çok teşekkür ederim. Yalnızca ‘Üzgün Kediler Gazeli’ni değil, bütün şiirlerimi, yazılarımı kuşatan bir araştırma yapmışsınız, kapsamlı ve isabetli sorular hazırlamışsınız. İnceliğinize, ilginize yürekten teşekkürler. 


Koridor Dergi / Nisan Serap

Hiç yorum yok: