14 Şubat 2015 Cumartesi

Nur Saka İle Söyleşi "Anne de Olabilir İnsan Hayatta Aşık Da..."

Sevgili Nur Saka, 1998’de Cep Kitapları’ndan “yıl 1900 sevgili” adlı ilk kitabınız ve dokuz yıl sonra “ hayatımın üç erkeği Haluk, Altuğ ve Emre Eken’e” diyerek adadığınız “anne de olabilir insan hayatta âşık da” adlı on yedi şiirden oluşan, ikinci kitabınız okurla buluştu. Yeni kitabınızla ilgili söyleşimize geçmeden önce, Nur Saka’nın şiir tarihinden bahseder misiniz? 

Sevgili Nisan, haklısın, ilk kitabımla yeni çıkan kitabımın arasında uzun bir mesafe var gibi gözükse de, bilinir ki ben az yazan, yazdıklarının üzerinde fazla çalışan ve her yazdığını beğenmeyen şairlerdenim. “Parfüm’ün Dansı” varsa, şiirlerimin de dansı vardır ve bendeki dans nice acılar görmüş gönüllerin dansı olduğundan uzun sürer! Sözgelimi: ‘mutfakça düşünürken’ yüreğimin pencerelerini sadece şiire açarak hayatın kalbine tutunmaya çalışıyorum. Kısacası ilk şiirim 1978 yılında yayınlansa bile, Nur Saka’nın şiir tarihi dünya kadın tarihini tanıdıkça ilerlemiştir. Derdim şu ki; Tanrıya inandığım kadar şiire de inandım, yalnızca kendi aileme, kendi hayatıma, kendi şiirime ait değilim. Başka insanların hayatlarını da kendi hayatım bilecek kadar, insanlık tarihine selam göndererek, zaman, aşk, dünya gerçeği ve yurdum ve kendimle hesaplaşarak, şiirin her zaman bir anlamı olsun istedim ama hayatımda, kimilerinin erken ulaştıklarına geç, kimilerinin de geç ulaştıklarına erken ulaştığıma inanıyorum! 

“Kalbim mi?/ bir sebze bıçağıyla elinde / durmadan koşan deli bir kadın gibi / şimdi peşinde yalınayak!” Dizeleri, kadının inceliğiyle, yenilmeden hayat koşusunu imliyor! 

Geçmişten günümüze, kadınların yaşadığı sorunlara rağmen; siz nasıl incelikli ve aynı zamanda cesur kalabildiniz? 

Daha önceki çağlarda yaşamış, aşık olmuş, anne olmuş şairlerimizi de hatırlayarak ve onların kadın, anne ve devrimci mücadelelerini de anarak ve sevgili Gülten Akın şairimi de tanıdıktan sonra bir insan nasıl cesur, nasıl incelikli kalmaz ki? 

“anne de olabilir insan hayatta âşık da” şiirinizde, eleştirel öğüt, yol gösterme ve yüzleşmeye dâvet ediyorsunuz okuru ama bu arada kadını da eleştiriyorsunuz… 

Ben kimseye öğüt verecek kadar büyümemiş, büyümeyen şairim! Şiirlerimle birileri hayatını sorgulamaya başlamışsa ne mutlu bana! İnsan önce kendisiyle yüzleşmeli ve ‘dişiliği kadar, öncelikle kişiliğini geliştirmeli ‘ diye düşünürüm hep! Ben evde yemek yaparken, gömlekleri ütülerken, bulaşık yıkarken bile, aklıma ne gelir bilir misiniz? Hep şiir gelir ve her sözcüğü yeniden yıkamak, temizlemek, ütülemek ve onu şiirin hayatına yeniden katmak isterim! 

Ben sevgiden ve dünyanın barış kokmasından başka hiçbir şey istemeyenlerdenim! İyi ki bir anneyim. İyi ki aşığım. Hatta zaman zaman küstürsek de birbirimizi, iyi ki bir ailem var ve ben, bazı ‘soykırımların ‘ da ‘demokrasiler ‘ gibi evlerde başlayıp evlerde bittiğine inananlardanım! 

“aşk / uzun bacaklı / kadınları severmiş / kendine uzak rüzgârlar kadar yakın / -sevsin/.../seni sevdim/ seni bir dile/ yeni sözcükler eklercesine sevdim/ “ 

Aşkın derinlerinde, kadının içselliğini dramatize etmeden yarattığınız çağrışımlarla cesurca varlığını koruyor gibisiniz? 

Anılardan gelen hüznün dokusu, dalgaların kıyılarıma çarpışı ve evlerin içinde kendine ait bir oda aramak duygusu! Hangi zamanlarda yaşadığınızı unutuyorsunuz. Evin içinde üç tane hayat ve ben sabahçı ve nöbetçi bir şair olarak, kimseden bir vazife beklemezken, mutfakta, yattığım yerde, kalbimde bile bir oda yaratabiliyorum, kendime şiir yazmak için! Bazan, şiir gecede ve geride kalabilir ama çocuklarım benim henüz yazamadığım ışıklarımdır! 

“küçük ikramlar // bir yanda ince ince doğranmış o soğanlar / o yeşil biberler / o domatesler kibar mı kibar / bir yanda aşktır beni dalımdan koparan/ Havva değildir diye bağrışan o elmalar/ hep bir ağızdan” Dünya sorunları ile insanî duygu ve düşünceleri ve tüm bunların yanı sıra ev-kadını dediğimiz betimlemeyle ifade edersek, kadının mutfağını yine incelikli imgelerle şiirinizde beslemişsiniz… 

Ne güzel farketmişsin sevgili Nisan! Ama bir şey daha var: Çok sevdiğim Frida Kahlo der ki: “Ben asla rüyaların resmini yapmadım. Ben kendi gerçeğimi resmettim.” Umarım anlatabilmişimdir! 

“eylül yavrusu” şiirinizde geçmişe acıyla not düşülen bir tarihe dikkat çekerken, isyanın yanında şiirin son dizesiyle yalınlığı ve inancı vurguluyorsunuz… 

Ben “eylül yavrusu“ desem de, kurumayan yaralarımı tazeleme! Bazı ülkelerin bazı ülkeleri postallarla, terörle, silahla göz göre göre dövdüğü şu sömürü, şu sansar, şu uyuşturucu çağında söze ve imgeye bürünerek nasıl isyan edemez ki insan! Ayrıca, sadece ülkemizde değil, insanı ilgilendiren ve güncel olan olaylara bakışımız ne kadar insan olduğumuzu yansıtır. Ne kadar insansak o kadar şairiz! 2 temmuzda Sivas’ta yakılan insanlarımız, Almanya’da yakılan insanlarımız kadar önemli değil mi? Yakılanlara sorsak ne derlerdi? 

Nerede yakılırlarsa yakılsınlar onlar bizim annemiz veya çocuklarımız olabilirlerdi. Ki öyle de oldular... 

“bugün / sana gelemem / dün dağlarda öldürüldüm / yazık Türkiyem der gibi öptüm!” 

Edip Cansever, “Büyük büyük sorunlara el atmak, şiiri küçültebilir kanımca.” Derken: bu sizin görüşünüzü de sorguluyor adeta! Siz şiirinizde bir kadın olarak, hayatın her yanında duran, insanın var olma telaşından uzak ama derinliklerine yakın duruyorsunuz. Korkmuyor musunuz? 

İnsan olmanın sorumluluğu yeter bana. Öyle zıvanadan çıkmış vahşi bir sistem ki bu, erkeğin kadını, kadının çocuğu, çocuğun da kedisini hırpalayıp, kuyruğuna teneke bağladığı şu şiddet çağında beni başka ne üzebilir ki? Tabii ki huzursuzum kadınlarımızın saçlarına korku sardıkları için, tabii ki korkuyorum, hormonlu sebzelerden, silahlardan, açlıktan, yoksulluktan, dünyayı ısıtıp ısıtıp, ozonu delip, yıldızsız kalmaktan... daha bütün bu kötülükleri sıralasam şiirlerimi büyütebilirler mi acaba bilmiyorum? Zaten korkunun şiire faydası yok! 

“gülüşü harem gecelerini andıran / o adamlardan ibaret / değildir ki aşklar!” 

Hayata ve insana dair her şeyin kolaylıkla tüketildiği, insanların iyice yalnızlaştığı, hatta güncel olaylara dahi tepkisiz kaldığı günümüzde, iddealı bir söylem gibi şiiriniz… Kapitalist medyanın dayattığı popüler aşklarla, günümüzde böylesi sevda mümkün değil diyecek haldeyken, siz bunun aksini mi savunuyorsunuz? 

Şu kimsenin olmayan gökkubbenin altında ben uzun soluklu aşklardan , bir dile yeni sözcükler eklercesine sevmelerden yanayım. 

Şiirlerinizde kendini saklamayan bir kadın profili var. Düşünceleri, duygularıyla cesur ve cinselliğiyle, erotizmiyle bir kadın… 

Hayattta var olan her şey ve insan olmanın tüm halleri, özgürce şiirde de var olmalıdır diye düşünüyorum. Aşk biraz da cinselliğin estetize edilmiş hali değil midir? 

“ Ben daima özgürdüm ve bunun dişilikle nasıl çakıştığını anlayamıyorum “ demiş Silvia Porter! Bunun cevabını olsa olsa kişilikle dişiliği birbirine karıştıranlara sormak lazım! 

Sizce, şiirde cinsiyet sorunsalı devam etmekte mi, bu konuyla ilgili görüşünüz nedir? 

Ben bu soruya ancak Can Yücel’in sözüyle cevap verirdim de... Her iki cinste kalemiyle yazıyor, başka şeyle değil, dersem yetmez mi? 

Şiirde, kadını toplum içinde gerçekliği ve çelişkileriyle de işlerken popülist söylemlerden kaçındığınız gözlenmekte. 

Evet, kaçarak kurtulmaya çalıştım... Çünkü ‘şiirin de aşklar gibi bakım istediğini ‘ iyi biliyorum.

Şiiri diğer sanatlarla da besler misiniz? 

Şiirin tek bir şeye ihtiyacı var, o da her şeydir! 

Türk edebiyat tarihinde etkilendiğiniz özellikle kadın şair ya da yazar var mı? 

O kadar çok var ki, sözgelimi: çok sevdiğim şairlerimden birisi de hayatın ta kendisidir! Sorarım hayat dişi midir erkek midir? Peki ya şiir? 

Peki sevgili Nur Saka bize söylemek istediğiniz başka bir şey var mı? 

“insan diyorum, insan! 

utanmaz mı hiç mutluluğundan 

dünyada her beş saniyede 

bir çocuk ölüverirken açlıktan” 





Varlık Dergisi Mart/2008 

Hiç yorum yok: