13 Haziran 2011 Pazartesi

Poe: Kısacık Bir Hayat


1
Kurban

26 Eylül 1849 akşamı Edgar Allan Poe, Doktor John Carter’ın Virginia eyaletinin Richmond şehrindeki muayenehanesine uğradı ve bir süredir devam eden ateşini düşürmek için bir ilaç aldı. Ardından yolun karşısına geçti ve oradaki bir handa akşam yemeğini yedi. Yanlışlıkla Doktor Carter’ın malakka kamışından kılıçlı bastonunu da yana almıştı.

Poe, Baltimore’a giden buharlı gemiye binecekti. Bazı işlerini halletmek için New York’a giderken ilk durağı orası olacaktı. Gemi yaklaşık yirmi beş saat sürecek yolculuğuna ertesi sabah dörtte başlayacaktı. Poe giderken arkadaşlarına neşeli ve ayık görünmüştü. Richmond’dan en fazla iki hafta uzak kalması bekleniyordu. Ama yanına bavulunu almayı unutmuştu. Poe’nun, altı gün sonra bir meyhanede ölmek üzereyken bulunmadan önceki en son görüntüsüydü bu.

8 Haziran 2011 Çarşamba

Apostol, Bu ne Biçim Meyhane


Servet Sami Uysal’ın şair ve romancı Oktay Rıfat’ın eşi Sabiha Hanım’la yaptığı, Rıfat’ın ev halini yansıtan ve ilk kez 30 Eylül 1954 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan röportajı, Timaş Yayınları’ndan çıkan “Eşlerine Göre Ediplerimiz” kitabında yer alıyor.



(…)

Ben de bir sabah fotoğrafçımı da atarak, Kuzgunguncuk’a geçip Oktay Rıfat’ın kalmakta olduğu köşkün kapısını çaldım. “Söz gelişi kapısını” çaldım dedim; çünkü açık olan kapıdan içeri girdik… Biraz ilerleyince, mutfakta bulunan esmer bir hanıma Oktay Rıfat’ı görmek istediğimi söyledim… Mavi bir bluz, siyah etek ve kırmızı sandal giymiş olan esmer hanım, bizi serin bir misafir odasına aldıktan sonra:



“Bir dakika kendisine haber vereyim”, dedi.



Ve biraz sonra içeri, kırk yaşlarında, kumral, sportmen yapılı bir erkek girdi. Gelen Oktay Rıfat’tı… Arzumu öğrenince:



“Sizin işiniz ediplerin eşleriyle, müsaade edin de eşimi çağırayım”, diye dışarı çıktı, eşi ile birlikte döndü… Meğer Oktay Rıfat’ın eşi, biraz önce bizi salona alan esmer hanımmış!...



Tabii önce şundan bundan konuştuk… Söz evlenmelerine gelince Sabiha Hanım:



“Eşimle Ankara’daki Karadeniz yüzme havuzunda tanıştık”, dedi.



Oktay Rıfat, bu sözleri gülerek tasdik ettikten sonra, şunları ekledi:



“Sabiha’yı görür görmez onunla evlenmeye karar verdim ve tanıştığımın ikinci günü kendisine evlenme teklif ettim… Düşünmesi için de kendisine yirmi dört saat müddet verdim. Bu müddet sonunda kabul ettiğini bildirdi… Üç buçuk ay nişanlı kaldık. Sonra 1945 yılında evlendik.



Oktay Rıfat bunları anlatırken içeri giren sevimli oğlu Samih, (Dördüncü sınıfta imiş) dikkatle dinledikten sonra sordu:



“Anne sayım mı?”

“Hayır, röportaj.” (hoş, röportaj da bir çeşit sayımdır ya!...)



Sabiha Hanım, Fransızların “yıldırım aşkı” dedikleri cinsten bir aşkla size bağlanan Oktay Rıfat’a herhalde epey ilham kaynaklığı yapmışsınızdır?

“Evet, mesela Güzelleme isimli şiir kitabını benim için yazmıştır.”



San’atına tesir ettiğiniz hayat arkadaşınızın şahsına da tesir edebildiniz mi? Mesela sizin tesirinizle değişen huyları oldu mu?

“Ufak tefek var. Mesela eskiden çayı sevmezdi, çaya alıştı.”



Değişmesini arzu ettiğiniz halde değişmeyen huyu?

“Rakı, rakıdan kesemedim.”



Eşinizin batıl itikatları var mıdır?

“Hayır.”



Oktay Rıfat gülerek ilave etti:

“Elhamdülillah dindar değilim. Allah’a inanmam. Yani sizin anlayacağınız tanımıyla dinsizim.”



Bu nazik konu üzerinde daha fazla durmamak için hemen sordum:

Sabiha Hanım eşiniz en çok neyi sever?

“Şimdi en çok içkiyi seviyor. Akşam, ufak tepsisinin içinde meze hazırlatıp, iki üç kadeh içmeye bayılır. Sonra dostlar ile oturup sohbet etmekten de çok hoşlanır. Ama sinemayı filan pek sevmez.”



Eşinizin en beğendiğiniz tarafı?

Sabiha Hanımın uzun uzun düşünmesi üzerine Oktay Rıfat:

Galiba beğendiğin bir tarafım yok,” deyince Sabiha Hanım:

“O kadar çok ki hangisini anlatacağımı şaşırdım.” (Bana dönerek) Şairliğini, tabiatını çok beğenirim.”



Çok yakışıklı olan Oktay Rıfat, eşine takıldı:

“Şahsımı beğenmiyor musun?”



Sabiha Hanım:

“Beğenmez olur muyum canım… Ama ilk defa aklıma onlar geldi.”



Ya eşinizin beğenmediğiniz tarafı Sabiha hanım?

“Biraz dağınıktır. Sonra içki merakını da beğenmem.”



Belki de içkiye düşkünlüğü yüzünden, Türk edebiyatında en güzel şiiri bence eşiniz yazmıştır. Sabiha Hanım merakla sordu:

“Hangisi?



“Kadeh” başlığını taşıyano… Bu kadar kısa bir anlatımla güzel, bu kadar canlı tasvir edebiyatımızda ne kadar azdır:



“Burası dalyan kahvesi

Ortalık süt mavisi.

Apostol, bu ne biçim meyhane,

Tabağımda bir bulut,

Kadehimde gökyüzü.”



Bu dört başı mamur şiir, hep Kumkapı ve Yenikapı’daki eski balıkçı meyhanelerini hatırlatıyor bana Sabiha Hanım.



İlk kez dostum Hüsamettin Bozok’tan dinleyip, cep defterime yazdığım; çok hoşuma gittiğinden de hemen ezberleyiverdiğim bu şiirini böylesine sevişim hassas bir insan olan Oktay Rıfat’ı çok duygulandırmış, hatta gözlerini nemlendirmişti… Eşine dönerek:

“Artık,” dedi, Sermet Beyin bu söylediklerinden sonra bir daha içkim hakkında konuşmazsın inşallah!...



Hayat arkadaşınızın elinden başka işler gelir mi Sabiha Hanım?

“Hayli marifetlidir. Evvela iyi marangozdur. Misafir odasındaki masa, koltuk ve sandalyeleri eşim yapmıştır. Sonra birinci derecedeki aşçı kadar mükemmel yemek pişirir. Ama kırk yılda bir mutfağa girer.”

Oktay Rıfat:

“Pek kırk yılda bir değil. Sabiha Hanım:”

“Canım seyrek girersin. (Bana dönerek) Bilhassa mayonezi meşhurdur. Bir iki defa midye pişirdi; bayıldım. Sonra elinden diğer bütün ev işleri gelir. Mesela musluk tamir eder, soba kurar.”



Ütü filan da yapar mı?

Bu suale Oktay Rıfat cevap verdi:

Katiyen, pantolonumu bile ütüleyemem. Ama karım iyi ütü yapar. Sabiha’nın elinden mükemmel dikiş de gelir. Yaz gömleklerimi o diker. Ayrıca mütercimdir de. Sabiha Omay imzasıyla tercümeler yapar… On kadar kitabı da birlikte tercüme ettik.



Avukat olduğunuz için, sizin hukuku bitirdiğinizi biliyoruz… Ya Sabiha Hanımın tahsili?

“Edebiyat Fakültesi Romanoloji mezunu.”



Sabiha Hanım:

“Ha aklıma geldi, sonra eşim güzel resim yapar.”



Sabiha Hanım, Oktay Rıfat’ın başka hususiyetleri?

“Ailesine karşı ihmalkârdır, arkadaşlarıyla daha fazla meşgul olur. Ama şimdi bu evde kaldığımız hem akrabası hem de arkadaşı!.”



Beğendiğiniz san’atkarlar?

“Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Oktay Rıfat. Roman ve hikâyede Sait Faik, Orhan Kemal. Resimde Bedri Rahmi, Eren Eyüpoğlu ve Balaban’ı çok beğenirim.”



Ya sizin beğendiğiniz san’atkarlar Oktay Bey?

“Şairlerden Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Metin Eloğlu, Nevzat Üstün, Nedret Gürcün, Edip Cansever. Romancı olarak Orhan Kemal. Hikâyecilerden Sait Faik. Resimde Balaban, Bedri Eren, Füreya.



Eskilerden hiç bahsetmiyorsunuz?

“Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar doğru dürüst edebiyat hareketi olduğuna kani değilim. Bu devredekiler, ikinci derecedeki Avrupa şairlerinin ve muharrirlerinin tesiri altında kalmışlardır.”



Ya Divan edebiyatı?

“Kendi sistemi içinde bir varlık. Ama elbette li Orta Çağ edebiyatı.”



Sabiha Hanım, eşiniz takdirkârlarından mektup alır mı?

“Evet, bilhassa genç şairler mektup yazarlar. Şiir yollarlar ve şiire istidatlı olup olmadıklarını sorarlar.”



İlân-ı aşk mektubu filan?

Malûm, eşiniz en yakışıklı şairler arasında.

Oktay Rıfat:

“Onları hiç hanıma gösterir miyim?”



Bol kahkahalarından sonra ilave etti: “Ama artık gelmiyor.”



O halde size vaktiyle en mültefit cümleyi kim söyledi ne idi?

“Delikanlılığım biraz çapkınca geçti… O zaman bir takım hanımlarla düşüp kalktım. Tabii bana birtakım iltifatlarda bulundular… Ama şimdi yaptıkları iltifatları hatırlamıyorum.” (Eşlerinin yanında bekârkenki hayatlarını melek gibi göstermeye çalışan “hızlı çapkın” edebiyatçılarımızın kulakları çınlasın!...)



Hayatınızdan da kısaca söz eder misiniz?

“1914’te Trabzon’da doğdum. Babam Trabzon valisiydi… Ankara Lisesi’ni bitirdim. Hukuk doktorası için Fransa’ya gittim… Harp çıktı; doktora yapamadım… Biraz da gezdik tozduk. Memlekete dönünce bir müddet Maliye’de çalıştım sonra ayrıldım.”



Ya yazı hayatına nasıl başladınız?

“ Çok eski. Orhan Veli ile başladık… “sesimiz” diye daha lisedeyken bir gazete çıkardık… Daha çocukken de hikâyeler yazardım. Fakat neşredilen ilk yazım bir şiirdir: “Çiçekli Entarim”. “Sesimiz”de çıktı… O zamanlar, on altı on yedi yaşında idim.”



Yazı hayatınızda kimlerden teşvik aldınız?

“Teyzezadem Nâzım Hikmet’ten çok teşvik gördüm… Başka teşvik görmedim… Ha bir de Nurullah Ataç, bizi yani Garip şiirlerini önceleri tuttu, methedici yazılar yazdı.”



Ya Garip akımını beğenmediler mi?

Onların sayısı çok fazla… Mütemadiyen alay ettiler, bizim şiirlerimizi solculuğa kaydırmak istediler.



Siz başta olmak üzere, Orhan Veli ve Melih Cevdet gibi “Garip”çiler, iyi Fransızca bildiklerinden, ister istemez az buçuk da olsa Fransız şiirinin ve şiir cereyanlarının tesirinde kaldığınız muhakkak.

“Elbette… Bir aralık sürrealistleri okuyunca, onlar gibi çabuk yazmak istedik. Onlar şiirlerine saat bile koyuyorlar… Orhan Veli’yle bu cereyana kapıldık… Fakat bu hal uzun sürmedi; yeniden çalışmalı şiire döndük.”



En kısa zamanda yazdığınız şiirinizi hatırlıyor musunuz?

“Evet, gece yatağa yattım. O şiiri rüyamda gördüm… hemen kalkıp yazdım… İlhama inanmam. Evet, “Gecenin kapısını hiçbir el kapayamaz” böyle yazıldı.



Sizce san’atın bir gayesi var mıdır?

“Evet, vardır. San’at, içtimai vazifesi olan bir msaidir. Topluluğu ileriye doğru götürme gayretine vazifelidir.”



Kimlerin tesiri altında kaldınız?

“Çok tesir altında kaldım… Bir defa Fransız şairlerin tesiri altında kaldım. Baudelaire ve Rimbaud başta gelir.”



Bu arada Verlaine yok mu?

“Evet, bilhassa Verlaine.”

Ya Prevert?

“ha Prevert de ar tabii… onun gibi süssüz mısralara ehemmiyet verdik… Hatta Orhan, Melih ve ben, üçümüz birlikte alışveriş halinde şiir yazdık… Böylesine Prevert’in tesiri altında kaldık… Ayrıca bizden de Nâzım Hikmet’in.”



Siz tiyatroyla da ilgileniyorsunuz… Tiyatromuz hakkındaki düşünceleriniz?

“yerli bir piyes bilmiyorum… Devlet Tiyatrosu sanatkârlarını beğeniyorum. Bir piyasim vardı, Kadınlar Arasında… Bir paşa ailesinin hayatı. Ancak on beş gün oynandı!... Oyun İçinde Oyun ise, İstanbul’da açık havada oynandı; ama tutmadı. Mizansen tuluatı yaptılar… Orta oyunu gibi oynadılar. Aten piyes, orta oyunu gibi ama mizansen tuluatı yapacakları hiç aklıma gelmedi… Melih Cevdet’le yazdığımız Kıskançlar Ankara’da oynandı… Onun da fazla alaka gördüğünü söyleyemem… Ama yine de kafamda yeni oyunlar var.”



Hayatta yapmamak isteyip de yaptığınız şeyler oldu mu?

“Çok var!... Sigara içmemek isterdim, dayanamadım içtim… Avukat olmak istemezdim, mecburen avukat oldum… Daha böyle bir sürü var.”



Geleceğe ait projeleriniz?

“İstanbul’a gelmek, Çengelköy’e yerleşmek… Yeni şiirler yazmak ve Balzac’ın “Mutlak Peşinde”si başta olmak üzere çeviriler yapmak.



Bu arzularının tez günde gerçekleşmesini dileyerek Oktay Rıfat’a ve eşine veda ettim…



K Dergisi'nden alınmıştır.